İnsanın kurtuluş reçetesi olan Kur’an, önceki kavimlerin yaşanmışlıklarını, muhatabına bir öğüt niteliğinde sunuyor
Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’an’da, insanlara her türlü misali verdik. (Zümer / 27)
İnsanın kurtuluş reçetesi olan Kur’an, önceki kavimlerin yaşanmışlıklarını, muhatabına bir öğüt niteliğinde sunuyor. Şeytana ve şeytanlaşmış insanlara karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerektiğinin örneklerini sunuyor. Hakkın yanında yer almanın getirdiği zorluğa ve dışlanmaya karşı, sabredenlerin ve doğru yoldan ayrılmayanların haberlerini veriyor bize…
Bu Kur’an, öğüt alanlar için dünyada ve ahirette dosdoğru bir yaşamın, onurlu ve izzetli bir varoluş habercisidir.
Allah bizlere FİRAVUN-HZ. MUSA (as) kıssasını haber veriyor:
Kur’an-ı Kerim’de yetmiş dört yerde geçen Firavun, alabildiğine büyüklenen, ilahlık iddiasına kalkışan, şımaran, halkını küçümseyen, onları ezip zayıflatan, zalimliğin ve zorbalığın timsali olan bir kimsedir.
Kuran’da Firavun; ailesi, avanesi ve askerleriyle birlikte zikredilmektedir. Firavunun gücü ferdi değil, ekibiyle birlikte oluşan güçtür. Kendisi askeri gücü, Kârun sermaye gücünü, Hâman ise bürokratik gücü temsil ediyordu. Genellikle iktidar bu üç güçten oluşmaktadır.
Firavun, elde ettiği gücü devam ettirebilmek için halkını güçsüzleştirme siyaseti gütmüş, rakip bir gücün oluşmasına fırsat vermemek için her alanda diktatörce davranmıştır.
“Gerçekten firavun o ülkede büyüklük tasladı ve oranın halkını guruplara ayırdı. Onlardan bir gurubu zayıflatıp eziyordu.” (Kasas, 4)
Baskı neticesinde kimlik ve kişiliklerini yitiren halk da şuursuzca ona itaat etmiştir. Bu durum, Kur’an-ı Kerimde şöyle ifade edilmiştir.
“Firavun kavmini küçük düşürdü, APTALLAȘTIRDI, onlar da kendisine boyun eğdiler. Zira yoldan çıkmış bir toplum idiler.” (Zuhruf, 54)
Firavun, kavminin kendisine boyun eğmesi için ağırlıklı olarak ne silah gücünden, ne de fiziksel zorbalıktan besleniyordu. Onun asıl destek aldığı güç, halkın aklını uyuşturan sihirbazlardı. Sihirbazlar göz boyayan gösteriler ile halkı kandırıyor, korkutuyor ve aptallaștırıyorlardı. Yüreklerdeki korku ve zihinlerdeki sarhoşluktan beslenen Firavun, kavmini kendisine bağlıyordu. Kendisinin ilahlık iddiasını kavmine kabul ettiriyordu.
Bir başka ifadeyle sihirbazların sahip oldukları şey “PROPAGANDA GÜCÜ”dür.
Bu güç, günümüzde de halklar üzerinde aktif şekilde kullanılmakta, halklar propagandanın kurbanı olmaktadırlar. Gazete, televizyon ve sosyal medya gibi günümüzün iletişim imkanlarını baskıcı iktidarlar çoğu zaman kendi lehlerine kullanarak günümüz halklarını büyük bir propaganda gücü ile eziyorlar, kandırıyorlar ve aptallaştırıyorlar. Ayetteki, “FİRAVUN KAVMİNİ KÜÇÜK DÜŞÜRDÜ!” ifadesi aslında, kavmini kandırmak ve aptallaştırmak olarak da ifade ediliyor. Çünkü akletme, sorgulama, farkına varma ve itiraz etme gibi melekelere sahip olan insanoğlu birtakım propagandalar ve manipülasyonlar ile kandırılarak bu melekelerden yoksun hale getirildikçe, değersiz ve sıradan bir varlığa dönüşüyor. Zalim kulların boyunduruğu altına girerek, insanoğlu kendisini küçük düşürüyor.
Ayetin devamında sihirbazlar tarafından kandırılan toplum, “YOLDAN ÇIKMIŞ” olarak ifade ediliyor. Yani “kandırıldık” demek, bir insanı bulunduğu alçak durumdan kurtarması adına hiçbir şey ifade etmiyor, insanoğlu kendi aklıyla ve iradesiyle bulunduğu durumdan, maruz kaldığı propagandanın etkisinden ve manipülasyon sarhoşluğundan kurtulması gerekiyor. Rahman’ın kutlu mesajına gönlünü açarak ve öğütlerden ders alarak ahvalin farkına varması gerekiyor.
Sihirbazlar yaptıkları propagandaya karşılık firavundan bir ödül bekliyorlardı.
Firavun dedi ki: “Evet, evet! Sizi yakın çevreme alacağım, benim himayeme mazhar olan yakınlarım arasına gireceksiniz.” (Şu’arâ/42)
Firavunun himayesine mazhar olmak demek halk nezdinde dokunulmaz olmakla, sorgulanamaz olmakla eşdeğerdi. Bu teklif sihirbazlara cazip geliyordu. Bulundukları safi belirleyen yegâne neden buydu.
Günümüzün sihirbazları da iktidarlardan ve kurulu düzenlerden pay kopartmak ve sözü geçen kimselerden olmak adına halkları kandırma ve aptallaştırma görevini üstleniyorlar ve bu yolda her türlü gayriahlaki eylemi meşru görüyorlar. Örneğin bin bir yalanla, iftirayla, fotoğraf kesip biçerek, video cımbızlayarak halkın zihnine ardı arkası kesilmeyen darbeler vuran “TROLLER” zamanın en sağlam sihirbazlarından…
Üstelik bu “TROLLER” iktidarlar tarafından beslenerek her daim bir propaganda ve manipülasyon aracı olarak kullanılıyor. Bulunduğu davanın “HAK” olduğunu, “KUTLU” olduğunu vurgulayan iktidarlar, nasıl oluyor da Firavunun taktiğini kullanabiliyorlar? Diye de sormak geliyor içimizden…
İslam aklı hür, iradesi gelişmiş, vicdan kapasitesi artmış bireyler inşa etmeyi amaçlıyor ve insana bu yönde öğütler veriyor. Müslüman halkları Allah ile, İslam ile aldatarak iktidar, para ve güç sahibi olmayı arzulayanlar, öncelikle aklı körelmiş, iradesi sınırlandırılmış ve vicdanı komutlandırılmıș insan modeli inşa etmek istiyorlar.
Tarihte halkların propaganda gücüyle nasıl manipüle edildiğinin örnekleri çokça mevcut.
Mesela Almanya’da Hitler’in halkı üzerinde büyük bir etki uyandırabilmesini açıklamak isteyen tarihçiler, sıklıkla radyonun o yıllarda her eve girmesini ve Hitler’in radyo konuşmalarını çok iyi kullanmasını örnek verirler.
Bir başka örnek olarak, Kuzey Kore’deki parti kongresini izlemek üzere ülkeye giden İngiliz BBC’den bir gazeteci, propaganda filmlerinde sürekli olarak Kuzey Kore’nin ne kadar güçlü bir devlet olduğunun vurgulandığını gözlemlemişti. Gazeteciye göre bunun sebebi, devletin gücünü “gören” halkın daha büyük bir sadakat besleyeceğine olan inançtı.
Gerçekten de tarih boyunca milletler propagandayı kabullenmeye çok istekli olmuşlar. Güç, bir şekilde, insanların başını döndürmüş. En gelişmişinden en ilkel olanına kadar toplumlar, bir sihirbazlık numarası (propaganda) görünce, genelde ona inanmışlar.
İki sihirbazın amansız rekabetini anlatan The Prestige (2006) filminde, numaraların başarısının sırrına olan inanma ihtiyacını şöyle tasvir etmişti anlatıcı: “Şimdi sırrı arıyorsunuz. Fakat onu bulamayacaksınız çünkü elbette gerçekten bakmıyorsunuz. Onu gerçekten de bulmak istemezsiniz. Aldanmak istersiniz.” Toplumların bu amansız propagandalar karşısındaki tavrı, ‘aldanma isteği’ ile açıklanabilecek durumda.
Hz. Musa (as) Rabbi Tarafından görevlendirilerek Firavun’a tebliğ yapmaya gittiğinde, firavun tek olan Allah’a iman etmeyi reddetti ve dedi ki:
“Benden başka ilah edinirsen, yemin olsun seni zindanlıklar arasına atarım.” (Şu’arâ/29)
Hz. Musa asasını atarak apaçık bir delil gösterdi ve Rabbinin izniyle asa korkunç bir yılana dönüştü. Firavun, Hz. Musa’yı sihirbazlık ile itham ederek etrafındaki büyücüleri topladı ve Hz. Musa ile yarıştırmaya çalıştı.
Yarışma başlayınca Musa: “Önce siz marifetinizi ortaya koyun, ne atacaksanız atın!” dedi. (Şu’arâ/43)
İplerini ve değneklerini yere attılar ve: “Firavun’un izzetine yemin ederiz ki galip gelen biz olacağız” dediler. (Şu’arâ/44)
Derken Mûsâ da değneğini yere attı; bir de ne görsünler: O, büyücülerin göz boyayarak uydurup ortaya koydukları şeyleri yutuveriyor! (Şu’arâ/45)
Ardından büyücüler secdeye kapanarak dediler ki: “Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik.” (Şu’arâ/46-47-48)
Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: “Ben size izin vermeden O’na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!” (Şu’arâ/49)
Sihirbazlar şöyle dediler: “Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz. (Burada) ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.” (Şu’arâ/50-51)
Sihirbazlar Firavun’un şiddetli tehditlerine karşı hakikati tercih etmişler ve İmanlarından dolayı Firavun’un korkusuna kapılmamışlardır.
Sihirbazlar, Firavun’un konumunu, iktidarını, ilahlık iddiasını, dokunulmazlığını o ana kadar kabul ediyorlardı ve Firavun’a hizmet ediyorlardı. Firavun sihirbazlarına dahi süslü vaatler sunarak ilahlık iddiasını pekiştirmede onlardan güç alabiliyordu. Sihirbazlar bu yanlış durumun farkında değildiler ve Firavun’un hizmetinde çıkarlarına uygun iyi işler yaptıklarına inanmışlardı. Ancak Hz. Musa Sihirbazlara Allah’ın Mucizesini göstererek onları hakikate davet edince bulundukları konumu terk ederek iman etme yoluna gittiler… Firavun’a yaptıkları hizmetlerin, halka oynadıkları oyunların, boş, anlamsız ve acımasız olduğunu fark ettiler ve secdeye kapanarak Rablerinden bağışlanma dilendiler…
Bu durumu günümüz sihirbazlarına yönelttiğimizde; iktidarların, devletlerin, yöneticilerin, çevrelerinde bulunan insanları, çıkarlar ve süslü vaatler ile nasıl sihirbaz olmaya ikna ettiklerini görüyoruz. “İktidarın istikrarı için”, “Devlet’in bekası için” gibi söylemler ile halk üzerinde yapılan manipülasyonlar, kandırma ve aptallaştırma politikaları meşru bir hale getirilmeye çalışılıyor. Üstelik doğru bir iş yaptığını, doğru bir amaç için çalıştığını sanan “sihirbazlar” sayesinde…
Bizler her daim Hz. Musa gibi olamayız. Her daim manipülasyonlardan, propagandanın gücünden kaçıp kurtulamayız. Ancak yeri geldiğinde, gerçeğin farkına vardığımızda tövbe etmeyi ve Rabbimizden bağışlanma dilenmeyi bilmemiz gerekiyor…
Çevremizde bulunduğu durumun ve konumun farkında olmayan ve sihirbazlık görevi üstlenen insanlar mevcut olabilir. Onlara Hz. Musa’nın üslubuyla hakikati anlatmalı ve kendilerini gerçeğe davet etmeliyiz.
Allah’ım! Bizleri aptallaşmış bir toplum eyleme. Bizlere ahvalimizin farkına varacak bir anlayış nasip eyle. Aldatanlardan ve aldananlardan olmaktan bizleri beri kıl. Şüphesiz dönüş muhakkak sanadır…