{LÂ ANLAŞILMADAN İLLÂLLAH ANLAŞILMAZ }

❗TEVHİD VE TAĞUT❗
“LA” Arapça da olumsuzluk edatıdır. Bir şeyin yok olduğunu bildiriş, inkâr, ret anlamındadır.
“İLLA” Arapça da Hasr edatı olan bu sözcük, kendisinden (illa’dan) önceki hükmün(ki burada “ilahlık”) sadece kendisinden sonrakine ait kılındığını belirtir.
Arapçada bu tür olumsuzluk edatlarından sonra gelen belirsiz isimler (nekre), genellik ifade eder. “İlah” sözcüğü de belirsiz isimdir.
“İLAH” Arapçada tam karşılığı MABUT, yani “ibadet edilen” demektir.
“O zaman ibadet nedir?” diyeceksiniz, İşte ibadet;
İBADET: Sözlükte son derece tevazu,boyun eğiş,itaat,kulluk anlamlarına geliyor.
“Tevhid Dini”ne karşı çıkan her statüko bir “din”e ihtiyaç duyar. Ya da insanlığın fıtrî arayış ve ihtiyacına cevap üretmek için kendi resmi ideolojisini, siyasal modelini, felsefî görüş ve düşüncesini din adı altında, din formatında halklara sunar hayatı düzenleyen birtakım kurallar varsa, mutlaka orada din de vardır. Kuralları koyan Allah ise ve hayatın bütün alanları sadece O’nun hükümlerine göre düzenleniyorsa o din Allah’ın “tevhid dini”dir. Eğer kuralları koyan Allah’tan gayrısı ise (heva ya da tağutlar) o zaman da din “şirk dini”dir. Egemen sistem zaviyesinden ise bu şirk dini “statükonun dini” olacaktır toplumların sosyal hayatı o toplumun dinidir dostlar unutmayın.
Rasûlüllah (s) için “bu adam sizin İlahlarınızı tek ilah yapmak istiyor, atalarınızın dinini yok etmek istiyor, sarılın atalarınızın dinine ve ilahlarınıza” (Sad: 38/5, 6) diyorlardı
ALLAH İSE
Kasas 5. ayetteki “Biz de istiyorduk ki o yerde ezilenlere/mustazaflara lutfedelim, onları önderler
yapalım, onları (ötekilerin mülküne) mirâsçı kılalım”
RAHMET VE MERHAMETİN
kaynağı âlâ olan Allah hükmüyle ezilenlere umut vererek ve tevhîdî imana sarılarak adalete ulaştıracak ufuklar açalım istiyor yaradanımız,
oysa’ Allahı duymayan sağır ve kör bir toplum olmuşuz malesef..
Rabbimiz Zuhruf Suresi 23 ile Sebe Suresi 34. ayetlerinde bu hususu şöyle haber vermektedir; biz senden önce hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, oranın şımarık zenginleri, ‘Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz’ demişlerdir”
HÜKÜM ALLAHA AİTTİR
Muamalat ise beşerin şura ve istişaresine bırakılmıştır dostlar
Tevhid dinini gereğince hayatın hiçbir (özel-kamusal, bireysel-toplumsal) alanında Allah unutulmamalıdır,
Allah’ın zikrinden yüz çevrilmeyecek, Kur’an devre dışı bırakılmayacaktır.
İster hayatın bütününde, isterse herhangi bir parçasında, kamu alanında, devlet yönetiminde, ekonomide, siyasette, aile hayatında, Allah’ı unutana Allah da bizzat kendilerini unutturur.
(Haşir: 59/19) ve bu unutkanların yoldan sapmaları kaçınılmaz olur. Böylece fıtratla vahyin bağlantısı kesildiği, Allah’tan gelen bu iki şeyin dünyada buluşup bütünleşmesi engellendiğinde (Bakara: 27), yani insan Allah’ı unuttuğunda ve vahiyden yüz çevirdiğinde Allah da kendisini unutturunca, insanın fıtratına ve Rabbine yabancılaşması başlar. İnsanın sekülerleşip dünyevileşmesi de daha ileri giderek “deizm”e kayması da bu sapmanın sonucudur. Böylece arzda fesad çıkaracak, kendine ve Rabbine yabancılaşmış azgın beşer rolünü tercih eden esfel-i sâfilîn karakteri öne çıkar. İşte “tevhid dini”nin karşısına oluşturdukları tağuti statükoları ve bu statükoların “şirk dinleri”ni çıkaranlar da bu şekilde tuğyan edip azgınlaşan insanlardır.
Şirk dininin kurumsal ve siyasi boyutunu işlemeyi üzerimde bir sorumluk olarak telakki ettiğimden bu mayınlı alana vurgu yapma zarureti doğdu.Umarım bu sorumluluğu cemaat kanaat önderleri “hocalar” üstlenerek toplumumuzu aydınlatacak bir meşale yakarlar temennisiyle…